Medeni Usul Hukukunda Delillerin Engellenmesi


Albayrak H.

On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2025

  • Yayın Türü: Kitap / Araştırma Kitabı
  • Basım Tarihi: 2025
  • Yayınevi: On İki Levha Yayıncılık
  • Basıldığı Şehir: İstanbul
  • Çukurova Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

              Bu çalışma, Türk hukukunda yeterince incelenmemiş ve içtihatlara yansımamış “delillerin engellenmesi” kavramını detaylı bir şekilde ele almaktadır. Temel amaç, delillerin engellenmesi durumunda yargılama sürecinde ortaya çıkan ispat güçlüklerini aşmak ve adil yargılanma hak- kını güvence altına almaktır. Delillerin engellenmesi kavramı yerine doktrinde delillerin yok edilmesi kavramı da kullanılmış ancak biz delillerin yok edilmesini de içeren kavram olarak delillerin engellenmesi kavramını tercih ettik.

              Çalışmamız neticesinde elde ettiğimiz verilere dayanarak şu sonuçlara ulaşılmıştır;

              (1) Kavramın Tanımı ve Önemi: “Delillerin engellenmesi”, sadece delillerin fiziksel olarak yok edilmesini değil, aynı zamanda mahkemeye sunulmasının engellenmesini, gizlenmesini, silinmesini, değiştirilmesini veya bozulmasını da kapsayan daha geniş bir terimdir. Bu durum, ispat yükü altındaki tarafın iddialarını kanıtlamasını imkânsız veya önemli ölçüde güç hale getirebilir.

              (2) Ceza Hukuku ile Karşılaştırma: Medeni usul hukuku ve ceza hukuku, delillerin engellenmesi konusunda farklı mantık ve değerlere sahiptir. Ceza hukukunda geçerli olan “nemo tenetur” ilkesi (kimse ken- dini suçlamaya zorlanamaz), susma hakkı ve masumiyet karinesi bireysel hak ve özgürlükleri korurken, medenî usûl hukukunda böyle bir ilke bulunmamaktadır. Bir özel hukuk davasında ispat yükü kendisinde olma- yan tarafın delilleri yok etmesi, gizlemesi veya değiştirmesi, Türk Ceza Kanunu’nun 281. maddesi anlamında bir suçu oluşturmaz, zira TCK m. 281 yalnızca suç delillerini hedef alır. TCK m. 288 (Adil Yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs) ve TCK m. 277 (Yargı Görevi Yapanı Etkilemeye Teşebbüs) maddeleri de farklı amaçları ve özel unsurları nedeniyle, genel olarak medeni hukuk davalarındaki delil engelleme eylemlerini kapsamaz. Bir başka deyişle, özel hukuk yargılamasında delillerin engellenme- sine yönelik fiiller TCK m. 281 ve 288 ve 277’de düzenlenen suç tiplerine göre tipiklik yönünden uymaması nedeniyle suç teşkil etmeyecektir.

              (3) Türk Hukukundaki Mevcut Düzenlemeler ve Yetersizlikleri: Türk hukukunda delillerin engellenmesine yönelik genel ve özel bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak, Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) içinde isticvap (HMK m. 171), belge ibrazı (HMK m. 220) ve keşif (HMK m. 291, 292) gibi bazı özel düzenlemeler, delillerin engellen- mesini önlemeye yönelik fonksiyonlar görmektedir. Ne var ki, özellikle HMK m. 220’deki belgenin ibrazına ilişkin şartlar o kadar ağırdır ki, bu hükmün uygulanabilirliği ticari defterler dışında neredeyse imkansızdır. Tanık ve bilirkişi delillerinin engellenmesi durumunda ise kanunda açık bir özel yaptırım bulunmamaktadır. Görüşümüze göre delillerin engellenmesine yönelik kanunda özel bir düzenleme mevcut ise zaten ilgili o düzenleme delillerin engellenmesinin yasal dayanağı olacaktır. Ancak bu düzenlemelerin yetersiz olduğu durumlarda ispat güçlüğünü aşmanın aracı olarak ispat kolaylıklarının uygulanması gerekir. İspat kolaylığının temellendirilmesi ise HMK’da yer alan dürüstlük ilkesi, ispat hakkı, hukuki dinlenilme hakkı, silahların eşitliği ilkesi, taraflara yüklenen delil koruma yükümlülükleri, adil yargılanma hakkı gibi temel ilkeler ile müm- kündür. Doğrudan HMK m. 220/3 hükmünün kıyasen uygulanması her zaman doğru sonuçlar vermeyebilir. Alman hukukundaki belgelerin ibrazı hükümleri ile bizdeki hükümlerin farklı olması nedeniyle Alman doktrininde yer alan belgelerin ibrazı hükümlerinin kıyasen uygulanma- sına yönelik bu görüşlerin doğrudan alınması doğru olmayabilir.

              (4) Kavramın Dayandığı Temel İlkeler: Delillerin engellenmesi kavramının dayanağı; ispat hakkı, adil yargılanma hakkı, silahların eşitliği ilkesi, dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğü (HMK m. 29), ve tarafların iş birliği yapma yükümlülüğü gibi medenî usûl huku- kunun temel ilkeleridir. Bu ilkeler, ispat yükü altındaki tarafın, delillerin karşı tarafın elinde olması veya manipüle edilmesi nedeniyle yaşadığı ispat güçlüğünü gidermeyi amaçlar.

              (5) Delillerin Engellenmesinin Şartları:

              ◦ Objektif Şartlar: Delillerin sunulmasının imkânsız hale gelmesi veya önemli ölçüde güçleşmesi gerekir. Engelleme eylemi, ispat yükü kendisinde olmayan taraf tarafından yapılmalı ve bu eylem bir yüküm- lülük ihlali oluşturmalıdır. Bu yükümlülük, sözleşmeden, haksız fiilden, dürüstlük ilkesinden veya usuli iş birliği görevlerinden kaynaklanabilir.

              ◦ Subjektif Şartlar (Kusur): Delil engelleme eyleminin kasıtlı veya ağır ihmal ile gerçekleştirilmesi esastır. Bazı durumlarda basit ihmal de yeterli kabul edilmektedir. Ayrıca, bu eylemin delillerin ispat fonksiyo- nunu ortadan kaldırma kastıyla yapılmış olması aranır (çift yönlü kusur). Engelleme eylemi, hukuki ihtilafın ötesine geçen daha yüksek değerli menfaatlerle gerekçelendirilmemelidir.

              ◦ Zaman Aralığı: Delil engelleme, yargılama öncesinde veya sırasında gerçekleşebilir.

              ◦ Nedensellik Bağı: Engellenen deliller, iddia edilen vakıanın ispatı için mutlaka gerekli olmalıdır. Delil kaybı veya sunulamaması, engelleme eyleminden kaynaklanmalıdır. Delillerin tesadüfi olaylar nedeni ile yok olması durumunda delillerin engellenmesi öz konusu olmaz. Ayrıca, ispat yükü altındaki tarafın delili zamanında kendisinin temin etme imkânı varsa veya delil eksikliğine kusurlu bir şekilde katkıda bulunmuşsa, delillerin engellenmesi söz konusu olmaz.

              ◦ Üçüncü Kişilerin Davranışları: Üçüncü bir tarafın engelleyici davranışı, ispat yükü altında olmayan tarafın vekili, yardımcısı, organı veya yasal halefi aracılığıyla yapılmışsa, engelleme ispat yükü altında olmayan tarafa atfedilebilir.

              (6) Hukuki Sonuçlar:

              ◦ Delillerin engellenmesinin hukuki sonucu konusunda doktrinde farklı görüşler bulunmaktadır. Bazıları bunun sadece delillerin serbestçe değerlendirilmesi aşamasında dikkate alınmasını savunurken, diğerleri ispat yükünün yer değiştirmesi gerektiğini belirtir.

              ◦ Çalışma, esnek bir formülü benimseyerek, somut olayın özelliklerine göre ispat ölçüsünün düşürülmesi veya delil ikame yükünün (sübjektif ispat yükünün) yer değiştirmesi gibi ispat kolaylıklarının uygulanmasını önermektedir. İspat yükünün yer değiştirmesi, ancak ispat hakkının korunması bağlamında son çare olarak görülmelidir.

              ◦ İspat yükü (objektif ispat yükü) kanunen belirlenmiş ve sabittir. Ancak delil ikame yükü (sübjektif ispat yükü), davanın seyrine göre taraflar arasında değişebilir. Delillerin engellenmesi durumunda değişen, teorik olarak bu “delil ikame yükü”dür.

              (7) Hüküm Önerisi ve Yeri: Çalışma, Türk hukukuna delillerin engellenmesine yönelik genel bir düzenleme getirilmesini önermekte- dir. Önerilen hüküm şöyledir: “Hâkim, iddia edilen vakıaların ispatına yönelik olarak sunulması gereken delillerin karşı tarafça engellendiğini, karartıldığını veya delillerin kasten veya ağır bir ihmal ile manipüle edildiğine yönelik bir kanaate varırsa iddia edilen vakıanın kanıtlanmış sayılıp sayılamayacağına (alternatif olarak: delil ikame yükünün- (ispat yükünün)- yer değiştirmesine) karar verir”. Bu hükmün HMK’da, ispat hakkı (m. 189), ispat yükü (m. 190) veya delillerin değerlendirilmesi (m. 198) ile ilgili maddelerden sonra yeni bir fıkra veya madde olarak düzenlenmesi düşünülmektedir. Bu, hangi ilkenin vurgulanmak istendiğine bağlı olarak değişebilecektir.

                          Bu çalışma, Türk hukukunda yeterince incelenmemiş ve içtihatlara yansımamış “delillerin engellenmesi” kavramını detaylı bir şekilde ele almaktadır. Temel amaç, delillerin engellenmesi durumunda yargılama sürecinde ortaya çıkan ispat güçlüklerini aşmak ve adil yargılanma hak- kını güvence altına almaktır. Delillerin engellenmesi kavramı yerine doktrinde delillerin yok edilmesi kavramı da kullanılmış ancak biz delillerin yok edilmesini de içeren kavram olarak delillerin engellenmesi kavramını tercih ettik.

                          Çalışmamız neticesinde elde ettiğimiz verilere dayanarak şu sonuçlara ulaşılmıştır;

                          (1) Kavramın Tanımı ve Önemi: “Delillerin engellenmesi”, sadece delillerin fiziksel olarak yok edilmesini değil, aynı zamanda mahkemeye sunulmasının engellenmesini, gizlenmesini, silinmesini, değiştirilmesini veya bozulmasını da kapsayan daha geniş bir terimdir. Bu durum, ispat yükü altındaki tarafın iddialarını kanıtlamasını imkânsız veya önemli ölçüde güç hale getirebilir.

                          (2) Ceza Hukuku ile Karşılaştırma: Medeni usul hukuku ve ceza hukuku, delillerin engellenmesi konusunda farklı mantık ve değerlere sahiptir. Ceza hukukunda geçerli olan “nemo tenetur” ilkesi (kimse ken- dini suçlamaya zorlanamaz), susma hakkı ve masumiyet karinesi bireysel hak ve özgürlükleri korurken, medenî usûl hukukunda böyle bir ilke bulunmamaktadır. Bir özel hukuk davasında ispat yükü kendisinde olma- yan tarafın delilleri yok etmesi, gizlemesi veya değiştirmesi, Türk Ceza Kanunu’nun 281. maddesi anlamında bir suçu oluşturmaz, zira TCK m. 281 yalnızca suç delillerini hedef alır. TCK m. 288 (Adil Yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs) ve TCK m. 277 (Yargı Görevi Yapanı Etkilemeye Teşebbüs) maddeleri de farklı amaçları ve özel unsurları nedeniyle, genel olarak medeni hukuk davalarındaki delil engelleme eylemlerini kapsamaz. Bir başka deyişle, özel hukuk yargılamasında delillerin engellenme- sine yönelik fiiller TCK m. 281 ve 288 ve 277’de düzenlenen suç tiplerine göre tipiklik yönünden uymaması nedeniyle suç teşkil etmeyecektir.

                          (3) Türk Hukukundaki Mevcut Düzenlemeler ve Yetersizlikleri: Türk hukukunda delillerin engellenmesine yönelik genel ve özel bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak, Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) içinde isticvap (HMK m. 171), belge ibrazı (HMK m. 220) ve keşif (HMK m. 291, 292) gibi bazı özel düzenlemeler, delillerin engellen- mesini önlemeye yönelik fonksiyonlar görmektedir. Ne var ki, özellikle HMK m. 220’deki belgenin ibrazına ilişkin şartlar o kadar ağırdır ki, bu hükmün uygulanabilirliği ticari defterler dışında neredeyse imkansızdır. Tanık ve bilirkişi delillerinin engellenmesi durumunda ise kanunda açık bir özel yaptırım bulunmamaktadır. Görüşümüze göre delillerin engellenmesine yönelik kanunda özel bir düzenleme mevcut ise zaten ilgili o düzenleme delillerin engellenmesinin yasal dayanağı olacaktır. Ancak bu düzenlemelerin yetersiz olduğu durumlarda ispat güçlüğünü aşmanın aracı olarak ispat kolaylıklarının uygulanması gerekir. İspat kolaylığının temellendirilmesi ise HMK’da yer alan dürüstlük ilkesi, ispat hakkı, hukuki dinlenilme hakkı, silahların eşitliği ilkesi, taraflara yüklenen delil koruma yükümlülükleri, adil yargılanma hakkı gibi temel ilkeler ile müm- kündür. Doğrudan HMK m. 220/3 hükmünün kıyasen uygulanması her zaman doğru sonuçlar vermeyebilir. Alman hukukundaki belgelerin ibrazı hükümleri ile bizdeki hükümlerin farklı olması nedeniyle Alman doktrininde yer alan belgelerin ibrazı hükümlerinin kıyasen uygulanma- sına yönelik bu görüşlerin doğrudan alınması doğru olmayabilir.

                          (4) Kavramın Dayandığı Temel İlkeler: Delillerin engellenmesi kavramının dayanağı; ispat hakkı, adil yargılanma hakkı, silahların eşitliği ilkesi, dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğü (HMK m. 29), ve tarafların iş birliği yapma yükümlülüğü gibi medenî usûl huku- kunun temel ilkeleridir. Bu ilkeler, ispat yükü altındaki tarafın, delillerin karşı tarafın elinde olması veya manipüle edilmesi nedeniyle yaşadığı ispat güçlüğünü gidermeyi amaçlar.

                          (5) Delillerin Engellenmesinin Şartları:

                          ◦ Objektif Şartlar: Delillerin sunulmasının imkânsız hale gelmesi veya önemli ölçüde güçleşmesi gerekir. Engelleme eylemi, ispat yükü kendisinde olmayan taraf tarafından yapılmalı ve bu eylem bir yüküm- lülük ihlali oluşturmalıdır. Bu yükümlülük, sözleşmeden, haksız fiilden, dürüstlük ilkesinden veya usuli iş birliği görevlerinden kaynaklanabilir.

                          ◦ Subjektif Şartlar (Kusur): Delil engelleme eyleminin kasıtlı veya ağır ihmal ile gerçekleştirilmesi esastır. Bazı durumlarda basit ihmal de yeterli kabul edilmektedir. Ayrıca, bu eylemin delillerin ispat fonksiyo- nunu ortadan kaldırma kastıyla yapılmış olması aranır (çift yönlü kusur). Engelleme eylemi, hukuki ihtilafın ötesine geçen daha yüksek değerli menfaatlerle gerekçelendirilmemelidir.

                          ◦ Zaman Aralığı: Delil engelleme, yargılama öncesinde veya sırasında gerçekleşebilir.

                          ◦ Nedensellik Bağı: Engellenen deliller, iddia edilen vakıanın ispatı için mutlaka gerekli olmalıdır. Delil kaybı veya sunulamaması, engelleme eyleminden kaynaklanmalıdır. Delillerin tesadüfi olaylar nedeni ile yok olması durumunda delillerin engellenmesi öz konusu olmaz. Ayrıca, ispat yükü altındaki tarafın delili zamanında kendisinin temin etme imkânı varsa veya delil eksikliğine kusurlu bir şekilde katkıda bulunmuşsa, delillerin engellenmesi söz konusu olmaz.

                          ◦ Üçüncü Kişilerin Davranışları: Üçüncü bir tarafın engelleyici davranışı, ispat yükü altında olmayan tarafın vekili, yardımcısı, organı veya yasal halefi aracılığıyla yapılmışsa, engelleme ispat yükü altında olmayan tarafa atfedilebilir.

                          (6) Hukuki Sonuçlar:

                          ◦ Delillerin engellenmesinin hukuki sonucu konusunda doktrinde farklı görüşler bulunmaktadır. Bazıları bunun sadece delillerin serbestçe değerlendirilmesi aşamasında dikkate alınmasını savunurken, diğerleri ispat yükünün yer değiştirmesi gerektiğini belirtir.

                          ◦ Çalışma, esnek bir formülü benimseyerek, somut olayın özelliklerine göre ispat ölçüsünün düşürülmesi veya delil ikame yükünün (sübjektif ispat yükünün) yer değiştirmesi gibi ispat kolaylıklarının uygulanmasını önermektedir. İspat yükünün yer değiştirmesi, ancak ispat hakkının korunması bağlamında son çare olarak görülmelidir.

                          ◦ İspat yükü (objektif ispat yükü) kanunen belirlenmiş ve sabittir. Ancak delil ikame yükü (sübjektif ispat yükü), davanın seyrine göre taraflar arasında değişebilir. Delillerin engellenmesi durumunda değişen, teorik olarak bu “delil ikame yükü”dür.

                          (7) Hüküm Önerisi ve Yeri: Çalışma, Türk hukukuna delillerin engellenmesine yönelik genel bir düzenleme getirilmesini önermekte- dir. Önerilen hüküm şöyledir: “Hâkim, iddia edilen vakıaların ispatına yönelik olarak sunulması gereken delillerin karşı tarafça engellendiğini, karartıldığını veya delillerin kasten veya ağır bir ihmal ile manipüle edildiğine yönelik bir kanaate varırsa iddia edilen vakıanın kanıtlanmış sayılıp sayılamayacağına (alternatif olarak: delil ikame yükünün- (ispat yükünün)- yer değiştirmesine) karar verir”. Bu hükmün HMK’da, ispat hakkı (m. 189), ispat yükü (m. 190) veya delillerin değerlendirilmesi (m. 198) ile ilgili maddelerden sonra yeni bir fıkra veya madde olarak düzenlenmesi düşünülmektedir. Bu, hangi ilkenin vurgulanmak istendiğine bağlı olarak değişebilecektir.