SineFilozofi, cilt.4, sa.7, ss.74-88, 2019 (Hakemli Dergi)
Film çalışmalarının en tartışmalı konularından birisi kuşkusuz izleyici-karakter ilişkisidir. Bu konuda birçok yaklaşım geliştirilmiştir. Özdeşleşme, asimilasyon, empati ve sempati kavramları üzerinden birçok farklı görüş ortaya atılmıştır. Özellikle 80’lerin Bilişsel yaklaşımları özdeşleşme kavramının tek başına yeterli olmayacağını savunarak farklı kavramların bu ilişkiyi daha iyi tanımlayacağını öne sürmüşlerdir. Gelgelelim bu konuda da tam bir uzlaşma sağlamak oldukça zordur. Filmler içerisinde izleyicinin karakterlerle özdeşleştiği ya da karakterlere sempati ile yaklaştığı bazen ise empati düzeyinde ilişki kurduğu öne sürülmüştür. Bu çalışmanın amacı bir filmin içerisinde izleyicinin karakterlerle kurabileceği ilişkileri tarif eden kavramsal sınırların muğlaklığını tartışmaktır. Çünkü bir filmde izleyici karakter ilişkisi farklı düzlemlerde oluşabilir. Bu düzlemler birbirlerine karışabilir, hatta aynı anda bile belirebilir. Bu esasında her filmin kendine özel bir yapısının olabilmesinden kaynaklanır. Bir filmde karakterlerle empati ve sempati düzeyinde ilişki kurabiliyor olsak da bunların nerede başlayıp nerede bittiğini kesin sınırlarla belirlememiz oldukça zordur. Çünkü her film ayrı birer varlık gibi ele alınmalıdır. Sempatinin nerede bittiğini ve empatinin nerede başladığını kavramsal olarak bile tam ayıramazken, filmler düzleminde her filme uyan tek bir model geliştirmenin oldukça zor olduğunu söyleyebiliriz. Bu çalışma izleyici ve karakter ilişkisi bağlamında oldukça özgün bir yere sahip olan Alfred Hitchcock’un Arka Pencere (Rear Window, 1954) filmi üzerinden sinemada empati ve sempati kavramlarının muğlaklığını göstermeyi hedeflemektedir.
One of the most controversial topics of cinematography is undoubtedly the special relationship that forms between the audience and characters. Many studies and approaches have been undertaken to understand this special bond. Many different views were raised through the concepts of identification, assimilation, empathy and sympathy. Especially, the cognitive approaches of the 80’s argued that the concept of identification would not be enough to define this relationship and that different concepts would be better suited to find a broader understanding. However, it is quite difficult to even reach a consensus on this issue. It has been suggested that the audience identifies with the characters or approaches the characters with sympathy and sometimes establishes a relationship at the level of empathy. The aim of this study is to discuss the ambiguity of the conceptual boundaries that describe the relationships a viewer can build with the characters within a film. Because in a film, the relationship between the audience and the characters can occur in different planes, these planes may interfere with each other and even appear at the same time. This is due to the possibility that each film may have its own structure. Although we can relate to the characters in a movie at the level of empathy and sympathy, it is quite difficult to determine where they begin and where it ends. Every single movie should be taken into account as a specific example of the cinematographic art form, as a separate entity all by itself. While it is not even possible to fully differentiate where sympathy ends and empathy begins in a conceptual level, we can surely agree that it is very difficult if not impossible to develop a single model that fits each film, in each age with all genres. This study aims to show the ambiguity of the concepts of empathy and sympathy in cinematography through Alfred Hitchcock’s Rear Window (1954) film, which has a very unique place in terms of the relationship between the audiences and characters that resonates through the ages.