Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, cilt.27, sa.2, ss.310-328, 2023 (ESCI)
ÖZ Mâide suresi 44, 45 ve 47. ayetlerin sonunda umum sîgasıyla, “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin kâfirler, zâlimler ve fâsıklar” olarak nitelendiği görülmektedir. Özellikle surenin 44. ayetinde Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin kafirlikle nitelenmiş olması erken dönemden beri tartışma konusu olmuştur. Ayette belirtilen küfür kapsamına kimlerin girdiği, ayetin muhatabının kimler olduğu, buradaki küfrün Allah’ı inkar ve İslam’dan tamamen çıkma şeklindeki küfür mü yoksa bundan farklı bir küfür mü olduğu konularında müfessirler arasında birçok farklı görüş ortaya çıkmıştır. Bu konuya dair müfessirlerin tartışmalarının genelde ayetin kimleri kapsadığı ve küfür yani dinden çıkma konusu üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu makalede öncelikle ilk dönem tefsir kaynaklarında yer alan, bu ayetlerin sebebi nüzulüne dair bilgiler aktarılmıştır. Bunun yanında ilgili ayetlerin muhatabının kimler olduğuna, ayetlerde kafir, zalim ve fasık olarak nitelenenler kapsamına kimlerin girdiğine dair görüşlere de yer verilmiştir. Sebeb-i nüzule dair kaynaklarda yer alan bilgilerden anlaşıldığına göre bu ayetler Yahudilerin, Allah’ın Tevrat’ta koyduğu hükümleri tahrif etmeleri, çeşitli yollarla değiştirmeleri ve insanlar arasında çeşitli şekillerde ayırım yaparak uygulamaları nedeniyle inmiştir. Maide suresindeki ilgili ayetler ile tüm bu haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlikler ortadan kaldırılmış ve bunları yapan Yahudiler şiddetle eleştirilmiştir. Bu durumdan hareketle bir kısım müfessir tarafından ilgili ayetlerin hükmünün nüzul sebebine hasredilerek ayetteki kafir, zalim ve fasık şeklindeki nitelemelerin yalnızca bu davranışları yapan Yahudileri kapsadığı şeklinde yorumlandığı görülmektedir. Ancak ilgili ayetlerin nüzulüne ilişkin bilgiler, her ne kadar bu ayetlerin Yahudiler hakkında nazil olduğunu gösterse bile, bu durum ayetin kapsamının sadece onlarla sınırlı olmasını gerektirmemektedir. Zira hem Kur’an mesajlarının genel olarak evrensel oluşu hem de ayetlerdeki hitabın umumi şekilde gelmiş olması bu hükümlerin sadece belli bir gruba tahsisine imkân vermemektedir. Ayrıca istinbat kurallarına göre şer’î bir hükmün konulmasında sebebin hususi oluşu, hükmün umumiliğine engel değildir. Açıklanan bu esaslar çerçevesinde düşünüldüğünde ayetlerdeki hükümlerin bu şekilde sadece belli bir zümreye tahsis edilerek hükmünün daraltılmasının doğru bir yaklaşım tarzı olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu makalede ilgili ayetlerin fıkıh usulündeki delalet türleri yönüyle değerlendirilmesi halinde ortaya çıkan anlam zenginliğine dikkat çekilmek istenmiştir. Hüküm çıkarma yönünden ele alındığında şer’î hükümlerin dayanağı olan Kur’an ve hadis metinleri yalnızca ibarelerinin delaleti ile hükme işaret etmezler. Bunun yanında işaretin delaleti, iktizanın delaleti gibi farklı delalet yolları ile de birçok hükmün elde edilmesine olanak sağlarlar. İşte konumuz dahilindeki ayetlerin de bu şekilde farklı delalet türleri açısından değerlendirildiğinde birçok yeni hükme ve önemli hukuki ilkelere işaret ettiği görülmektedir. Buna göre ayetlerin özellikle sebeb-i nüzulü ve bağlamı da dikkate alınarak delalet ettiği anlamlar incelendiğinde ilk olarak adalet ilkesine titizlikle uyulmasına işaret edildiği görülmektedir. Bunun yanında hukukun üstünlüğüne ve kanun önünde eşitlik ilkelerine de ayetlerde işaret bulunmaktadır. Zira bu ilkelere aykırı davranışların ayette şiddetle reddedildiği görülmektedir. Ayrıca devlet başkanının yetkilerinin de kısıtlı olduğuna, Allah’ın açık hükümlerinin bulunduğu yerde farklı yönde ictihad faaliyeti yürütülemeyeceğine ve kanuna karşı hile yollarına gidilemeyeceğine de işaret yoluyla delalet ettiği görülmektedir. Bu şekilde bir yaklaşım, gaî açıdan (makâsıd açısından) da önemli olup, böylece Şâriʿin bu ayetler çerçevesinde gözettiği maslahatlar daha geniş çerçevede ortaya çıkarılmış olmaktadır.